Evin kadını evde topuklu ayakkabı ile dolaşmaz. Bir kere bizim kültürümüzde eve ayakkabı ile girme alışkanlığı yoktur.
Kadın sabah erkenden uyanır, saçını ve makyajını yapar, kıyafetini, altına da topuklu ayakkabısını giyer ve sonrası aşağıya iner. Masa hazırdır. Evde hizmetliler çalışır. Hizmetliler sadece çalışır ama, onun dışında bir değerleri yoktur. Arka planda çalışan program gibidir. Ekranı doldurmak için vardır. 2 kişilik kahvaltı masasında bir kuş sütü eksiktir. Sonra adam gelir. Eline gazetesini alır. Kahvesini yudumlar, diğer yandan da gazetesini okumaya başlar. Bir şeyler atıştırdıktan sonra işe gider. İş dediğimiz ise ya şirkettir ya da holdingdir. Masada çok nadir sohbet vardır. Olan sohbet ise gazete arkasına gizlenmiş bir yüzden aktarılan birkaç cümleden ibarettir.
Türk dizi tarihinde son dönemlerde bu tür dizilerin çok yaygın olduğu görülür. Ama aslına baktığımızda bundan çok daha farklı bir kültürümüz var. Bir kere bizim kültürümüzde hizmetçi kavramı yoktur. Evin işlerini yapan yine o evin sahibidir.
Sofralarımızda yemediğimiz yiyecekler yoktur. İsraf dinimizce günahtır çünkü ve sabah kahvaltısında da kahve değil çay içilir. Masada yeme kültürü çok nadirdir bizde. Genel olarak yer sofrası kültürümüz vardır.
Evin kadını evde topuklu ayakkabı ile dolaşmaz. Bir kere bizim kültürümüzde eve ayakkabı ile girme alışkanlığı yoktur. Düğüne gider gibi abiyeler giyilip, makyaj ve saç yapılmaz. Onlar bir yere gidildiği zaman yapılan hazırlıklardır.
Birbirine zıt, kültürümüzü yansıtmayan bu diziler ilginçtir ki reyting rekorları bile kırıyor. Hatta giyilen kıyafetleri almaya, karakterler gibi davranmaya ve kendimizi öyle şekillendirmeye bile başladık.
Dizilerde fakir aileler konu alınmaz. Alınsa bile zenginlerin yanında azınlık durumundadır. Orada amaç fakirin halini göstermek değil, zenginin ihtişamına vurgu yapmaktır. Fakirin hep bir derdi vardır. Bundan dolayıdır ki, bu dizileri izleyen gençler arasında özentiden kaynaklı ailelerini beğenmeme, bulundukları konumdan şikayetçi olma, hep daha fazlasını isteme ve kendisinden uzaklaşıp başkaları, yani zengin gibi davranma eğilimi baş göstermektedir.
Bu durum ise toplumumuzda insanların kendilerine, çevresine ve kültürüne yabancılaşmasına neden olmaktadır. İlginç bir nokta şudur ki, bu durumdan rahatsız olan kimseler çok az. Olanlar ise sadece sözde şikayet etmekle kalıyor. Kanıksamaya başladık her şeyi. Yozlaşmaya başladık artık. Kim olduğumuzu, ne olduğumuzu ve nereden geldiğimizi unutmaya başladık. Çok uzaklara gitmeye gerek yok. Birkaç yıl önceki toplum yapımız ile bugünkü durumu karşılaştırırsak farkı net olarak göreceğiz aslında.
Bizler çok sesli, köklü yapısı olan, tarihiyle, kültürüyle, renkleriyle, çeşitli güzelliklere sahip bir milletiz. Bunları kaybetmek yerine sahip çıkmamız gerekiyor. Bunun için hem uygulamalı hem de uygulatmalıyız. Tepkimizi göstermeliyiz. Medyanın bizi değil, bizlerin medyayı yönlendirebileceği bir tavır takınmalıyız. Ses çıkarmadığımız müddetçe kaybedeceğimiz çok değerimiz olacaktır. Kaybedilen şeyin değeri ise sonradan anlaşılsa bile bir anlam ifade etmez. Özellikle bulunduğumuz bu çağda kaybedilen bir şeyin yeri çabucak dolduğu için geri getirmek de zordur.
Hep geçmişe duyulan özlemimizin kaynağı yine buradadır. Bu kaynağa inip sorun ne ise çözüme kavuşturmak da yine bizim elimizdedir.